December 25, 2011

Hatay - Antakya

Hatay her zaman merak uyandıran bir şehirdi benim için. Gidenlerin anlattıklarına, gitmeden önce okuyup araştırdıklarım da eklenince, merakım bir kat daha da arttı.

Ne de olsa çocukluğumun geçtiği semt olan Beyoğlu’dan ırkların kardeşçe yaşabilirliğine şahit olmuştum. Henüz bir cami ziyaret etmemişken Saint Antuan da mum dikip dilek tutmuş, Paskalya’da boyalı yumurtular yemiş, okulda ise Lorke Lorke türküler söylemiştim. Çünkü ben zaten Lusi ve İshakla, Madam Eleni ve Berivan'la anahtarların kapıların üzerinde durduğu aynı binada birlikte yaşamış ve de büyümüştüm.

1. Gün: 23 Aralık 2011 Cuma

Hatay gezimiz uçağın havalandığı esnada yanımıza oturan Hatay’lı Bey’in anlattıkları ile başladı esasen. Sınırdaki il olmasından Hatay’da ticaretin önemli bir rol oynadığını biliyorduk, ama herkesin zengin olabileceğini de düşünmemiştik. Söylenenlere göre Hatay’da hiç fakir yoktu. Nitekim kredi kartlarının hiç kullanılmadığını ve tüm hayatın keş para üzerinden döndüğünü görünce, tüm yıkık dökük, eski ve köhne görüntüsüne rağmen Hatay oldukça zengin olduğuna biz de kanaat getirdik.

Aralık ayı durmadan yağan yağmur ve gündüzlerin kısa olması nedeniyle doğru bir zaman seçimi değildi, ama tüm koşullara rağmen gezmekte kararlıydık.

Geç saatte vardığımız için ilk iş Havaş’a atlayarak (9 TL) Antakya şehir merkezine gitmek ve  Katolik Kilisesini bulmaktı. Nitekim bu çok özel, eski Antakya sokaklarının arasındaki geniş avlulu, turunçgillerle süslü bahçesi olan bu mekanda konaklayacaktık. 41 yıldır Antakya’da yaşan Peder Domenico açtı kapıyı. Tek şanssızlığımız odamızın klima ile ısınıyor olması ve ilk gece oldukça uzun bir süre elektriklerin kesik olmasıydı. Bunun dışında gayet temiz ve temel ihtiyaçları karşılayan banyolu bir odamız vardı.

Katolik Kilisesi - Odamız
2. Gün: 24 Aralık 2011 Cumartesi

Sabah ilk iş Kurtuluş Caddesi üzerindeki Affan Kahvesine gittik. Hatay peynirinden yapılan tostlarımızı ve taze portakal suyunu hüplettiğimiz bu kahvehane kadın – erkek  - çocuk herkese açık. Adanalıların Bıcı Bıcı Hataylıların Haytalı dedikleri dondurmalı tatlısı meşhur mekanın, biz sabah saatleri olması sebebiyle pas geçtik.
Kurtuluş Caddesi - Affan kahvesi
Kahvehanenin bulunduğu mahallenin ismi de Affan. Antakya eski şehir merkezi olan bu mahallenin daracık sokakları içinde kayboluyoruz bir süre. Balat’ı andıran bir eski zaman tüneli adeta, ne yazık ki oldukça bakımsız.

Bir sonraki durağımız Katolik kilisesi, her ne kadar burada konaklıyor olsak da kilisenin içini görebilmek için 10’a kadar beklemek zorundayız. Kilisenin içi oldukça küçük, daha sonra öğreniyoruz ki  Katolik cemaatte oldukça küçük bu şehirde. İlginç olan ise duvarlardaki yazıların ve hatta ayinleri Türkçe olması, tabii bir de “Allah Tektir Hepimiz İnsanız” kartpostalları.
Katolik Kilisesi içi
Kurtuluş caddesi boyunca devam ettiğimizde Roma tapınağından kiliseye daha sonrada camiye dönüşen Habib-i Neccar Caminin önünde buluyoruz kendimizi. TC sınırları içerisindeki ilk cami olma özelliğini taşıyan yapı adını Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canınını veren bir Antakyalıdan alıyor. Geniş bir avluya sahip camide Hz İsa’nın havarilerinden Yuhanna (Yahya) ve Pavlos (Yunus) un sandukalarının bulunduğu bir odacık, yerin 4 m kadar altında da Habib Neccar ve Şem’un mezarlarının olduğu bir bölüm bulunuyor.

Habib Neccar Cami
Yeni hedefimiz dünyanın 2. büyük mozaik ve 3.büyük para koleksiyonuna sahip Arkeoloji müzesi. Bunun için önce çarşının içinden ve sonradan Asi Nehrinin üzerinden geçmemiz gerekiyor. Çarşıdan geçerken  Künefeciler hemen dikkatimizi çekiyor, soluğu en eskisi olan Ferah Künefe’de alıyoruz. Hatay’ın künefesi bizim İstanbul’da alışık olduğumuz lezzetten oldukça farklı. Dışı çıtır içi yumuşacık, kadayıflar un ufak derecesinde kıyılmış.

Künefeciden çıkınca 1271 yılında Memlük Sultanı Baybars tarafından yaptırılan Ulu Camiyi ziyaret ediyoruz. Avlusu geniş, taş döşeli ve bir de büyük şadırvanı var.
Ulu Cami
Tunus’taki bordo müzesinden sonra 2. büyük Mozaik müzesi olan Antakya Arkeoloji Müzesi M.Ö 4000 den itibaren her döneme ait 34 bin civarında eser barındırıyor. En büyük eksiklik eserlerle ilgili bilgilendirici açıklamaların olmaması. Hatay dergisinin her sayısında mozaiklerden biriyle ilgili oldukça detaylı yazılar bulunuyor.
Arkeoloji Müzesi
Acıkmaya başlayınca kendimizi Uzun Çarşının içinde buluveriyoruz birden. Turistik olmaktan çok öte daha çok yerel halkın ihtiyaçları karşılayabilecek olan bu çarşıda tavsiye üzerine kasapların aynı zamanda lokanta hizmeti verdiği Vitamin Kasap'ta molayı veriyoruz. Kesinlikle denenmesi gerekenlerin lezzetlerin başında Tepsi ve Kağıt kebabı var. Özünde her ikisi de aynı, tek fark birinin tepsi de diğerinin kağıtta pişiyor ve daha az yağlı olması.

Alışveriş severler ve hediyelik eşya arayanlar Uzun çarşıdaki baharatçılardan Defne sabunu, kekik türevi bir baharat olan zahter ve yöresel ürünler alınabilir. Tabii bir de kadayıfın nasıl yapıldığını bilmiyorsanız ve taze taze alayım künefemi kendim yapayım diyorsanız doğru yerdesiniz.

Kadayıf böyle yapılır...
Hala vakit var iken Ortodoks ve Protestan kiliselerini de ziyaret etmek istiyoruz. Noel ayini için hazırlandıklarından Protestan kilisesinden geri çevriliyoruz. Ama kilisede tanıştığımız Can bize biraz Hatay’daki protestalardan bahsediyor. Anlaşılan protestanlığı buraya kadar getiren Koreliler. Daha sonra Katolik kilisesi tarafından St Pierre kilisesinde gerçekleştirilen ayinde Protestan kilisesinin başındaki Koreli ... ve misaferleriyle de karşılaşıyoruz.


İçimizdeki hafif kazıntıyı geçirmek için mezeci İbrahim Usta’nın dükkanına giriyoruz. İbrahim Usta 20 yıl Suriye’de yaşamış ve  orada öğrendiği humus, bakla, ...  vb mezeleri. Meze yemek isteyenler saat üçten önce uğramalı, biz sona kalınca sadece humusla yetinmek zorunda kaldık.

Ortodoks kilisesindeki görevli noel ayini olduğundan sadece 5 dk için içeri girmemize izin verdi. Altını çizerek belirtmek istiyorum ayin Arapçaydı.

Ortodoks Kilisesi
Saat 20.15 te servis bizi kilisenin önünden alıp yaklaşık 2-3 km uzaklıktaki St. Pierre kilisesine götürecek. Zamanımız kısıtlı bu nedenle erken bir akşam yemeği yemek üzere Kurtuluş caddesindeki Sveyka restauranta gidiyoruz. Menümüzde Antakya ve Halep mutfağından cevizli biber, abugannuş, sucuklu börek ve kirazlı kebap var.
Sveyka Restaurant
St. Pierre Kilisesi Hristiyanlığın ilk mabedlerinden sayılan ve Hz. İsa’nın ölümünden sonra St. Pierre ve Barnabas’ın ilk hristiyan cemaat ile toplanıp vaaz verdiği önü duvarla kapatılmış doğal mağaradır. 1963 yılında Papa tarafından Hristiyanlar için Hac yeri olarak ilan edilmiştir. Noel ayini Katolik kilisesi tarafından düzenlenmiş olsa da her dinden ve mezhepten insanın katılımına açıktı. Tüm ayin Türkçe olduğundan biz de bu özel törenin bir parçası olduk, Peder Dominik’in tüm mesajları kardeşlik, barış ve birliktelik üzerineydi. Gece boyunca Mesih İsa, Kurtarıcı İsa şarkılarına biz de eşlik ettik.

3.Gün: 25 Aralık 2011 Pazar

Antakya’nın içini görmek için bir gün yeterli , asıl görülmesi gereken yerler şehrin biraz dışında.

Niyetimiz bugün için araç kiralamaktı fakat sağolsun Servaslı Antakyalı dostlarımız Enis ve eşi bize oldukça keyifli bir gün yaşattılar. İlk durağımız Samandağ tepesindeki Dadük köyünde bulunan Saray Cafe ioli. İnanılmaz bir manzaraya sahip bu cafede kallavi bir kahvaltının ardından Rüzgar Güllerini görmek ve de tabiki fotoğraf çekmek üzere yollara düştük.
Rüzgar Gülleri, Sevgilim, Kocam ve Ben
Samandağ deniz mevkine indiğimizde Çevlik köyüne varıyoruz. Yaklaşık 50 m genişliğinde oldukça uzun kumsalı olan bu bölge güneybatı rüzgarını alan ve sörf yapmaya elverişli  bir denize sahip fakat bu bölgede sörf henüz popüler sporlardan biri değil.  Pansiyon ve restaurant bakımından zengin olan köy yaz aylarında şehirden kaçmak için ideal. Meydanda Kuran-ı Kerim’de Kehf suresinde bahsi geçen  Hz. Hızır'ın Türbesini görüyor ve içeri giriyoruz. Batıl inanç  olmakla birlikte türbenin etrafının tavaf edilmesiyle dileklerin tez zamanda gerçekleşeceğine inanılıyor.  Ayrıca Hz Hızır ile Musa Peygamber’in Samandağ’da buluştuğundan bahsediliyor.

Hz. Hızır Türbesi
Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan 35 haneli Vakıflı Köyünden geçiyoruz. Burası aynı zamanda 2004 yılından itibaren tamamıyla organik tarıma geçen ilk köy ve hatta İhracatın Yıldızları ödülünü bile almış.

Vakıflı'dan hemen sonra ise Sünni Türkmenlerin yaşadığı Hıdırbey Köyü, köyün meydanında ise devasa bir çınar ağacı var. Ağacın içi oyuk ve oldukça geniş, içine girip çıkmak mümkün. Ağacın hikayesi ise şöyle: Hz Hıdır ve Hz. Musa denizden çkarlar ve birlikte Hıdırbey köyüne gelirler. Hz. Musa asasını su kenarına koyar ve buradan su içer. Daha sonra yoluna devam ederek kendi adı ile bilinen Musa Dağına çıkar. Döndüğünde ise asası yeşermiştir ve yeşeren asanın bu ağaç olduğuna inanılır. Köyde taptaze Katıklı ekmek  denemek isteyenler sadece 1,5 TL ye yiyebilir.

Hıdırbey Köyü - Çınar ağacı

Musa Dağının eteklerinde kurulu olan başka bir köy ise Teknepınar diğer adıyla Batıayaz.  Eski bir Ermeni kilisesi, cami avlusunda 1000 yıllık bir çınar ağacı ve eski Ermeni yapılarının bulunduğu köy kültürel anlamda zengin eserlere sahip bir yayla köyü.

Batıayaz - Ermeni Kilisesi
St Simon Manastırında gün batımına yetişmek istiyoruz, yolda karşımıza çıkan Çamlıdere geçitini görünce bir kaç dakikalık fotoğraf çekimi için mola veriyoruz.

Tüm gün yağmurlu olmasına rağmen St Simon’un bulunduğu tepeye çıktığımızda inanılmaz güzel bir manzara ile karşılaşıyoruz. Manastırın M.S 6 yy da yapıldığı tahmin ediliyor. Tabiki günümüze kadar gelmiş ve ayakta kalan bir yapı yok, taş yığınlarından etrafından süzülen ışık bizi mest ediyor, fotoğraf çekerken kendimizden geçiyoruz.

St Simon Manastırı


Manastırdan indiğimizde hava artık kararmış bir halde. Servaslı arkadaşlarımız bizi Antakya’ya geri götürüyorlar. Son akşam yemeğimizi yemek üzere önce kahvehane, sonra kütüphane ,ve daha sonra bilardo salonu,  2004 yılından beri ise Antakyalılara restaurant olarak hizmet veren Anadolu restauranta gidiyoruz. Menümüzde Çiğ Köfte, Humus, Cevizli Biber, Abugannus, Peynirli Tavuk ve alışagelmişten oldukça farklı İrmik tatlısı (peynirli) var.

Hatay’da daha gezip görülecek bir çok yer var, ama maalesef bizim zamanımız bunları görmeye yetmedi. Sanıyorum günlerin uzun, havaların biraz daha ılıman olduğu bir vakitte bu güzel, renkli, ortaya karışık şehre tekrar geleceğiz.

Neler Alınabilir ?
Defne Sabunu, Ceviz Reçeli, Kekik türevi bir baharat olan Zahter, ev yapımı salça, nar ekşisi, dondurulmuş künefe, taptaze pişmemiş kadayıf, çökelek, künefe peyniri ....

Bizim göremediğimiz sizin görebilecekleriniz:
  • Barbara Teyze’nin Barı Evi
  • Harbiye Şelaleleri
  • Titus Tüneli
  • Beşikli Mağara
  • Dor Mabedi
  • Koz Kalesi
  • Yunushan Kaya Mezarları
  • Kanuni Sultan Süleyman Külliyesi
  • Bakras Kalesi
  • Payas Köprüsü
  • Payas Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi
  • Payas Kalesi
  • Issos Harabeleri
  • Arsuz
  • Dana Ahmetli Köprüsü
  • Darbısak Kalesi
  • Tel Açana
  • Gölbaşı ve Yenişehir Gölleri