1.Gün: 19 Ocak 2012 Perşembe
Bu sefer hafta sonu yerine perşembeden yola çıkarak kıyı bucak karlar altındaki Güzel Atlar Ülkesi Kapadokya’yı gezmeye karar verdik. Uçuşumuz Kayseri üzerinden olunca elbetteki Kayseri’de de biraz vakit geçirmek ve mantı yemek olmazsa olmazlar arasındaydı.
Erken saatte vardığımız Kayseri havaalanından merkeze National’dan günlüğü 47 TL ye kiraladığımız aracımızla geçtik. İlk durağımız Güpgüpoğlu Konağı oldu. 1419 tarihinde yapımı tamamlanan geniş avlusu ile dikkat çeken konak haremlik ve selamlık olmak üzere iki bölümden oluşuyor; Selamlık bölümü bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılıyor.
Güpgüpoğlu Konağı |
Hava -16 derece, parmaklarımız donmak üzere, yolumuzun üzerinde Cıncıklı Cami’nin hemen köşesinde bir çayhane var.
Cıncıklı Cami |
Arabaya atlayıp Talas caddesi üzerindeki Selçuklu dönemine ait olan Döner Kümbet önünde duruyoruz. Kitabeye göre Prenses Şah Cihan Hatun adına yaptırılmış. 12 köşeli gövdesi olan kümbetin her bir yüzeyi farklı kabartmalarla süslü.,
Tripadvisor tavsiye listesini takip ediyor ve Çifte Medrese olarak da adlandırılan Mimar Sinan Parkında bulunan, biri medrese biri hastâne olmak üzere, bitişik iki yapıdan meydana gelen Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesini ziyaret etmek istiyoruz, ama maalesef müze kapalı. Dünyanın ilk Tıp Fakültesi olan şifahane 1205’te Selçuklu Sultanı Gıyâseddîn Keyhüsrev’in kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan adına vasiyeti üzerine vakıf olarak yaptırılmış. Kapısı ince işlemeleri ile Selçuklu taş işçiliğinin ilginç örneklerindendir. Hastâne kısmının duvarına bitişik Gevher Nesibe Sultan Türbesi vardır.
Mimar Sinan Parkı - Çifte Medrese |
Avgunlu Medresi |
Öğlen olmak üzere; şimdiye değin sohbet ettiğimiz her Kayseriliye aynı soruyu sorduk. ‘En iyi Kayseri Mantısını nerede bulabiliriz?’ Cevaplardan biri ironik bir şekilde Kaşık-la olmuştu. Sonunda Sultan Sofrasında bulduk kendimizi. En esaslı mantı olduğunu söyleyemem ama et bakımından biraz fakirceydi, fakat kesinlikle bir kaşığa 40 olmazsa 20 tane sığardı diye düşünüyorum. (Porsiyonu 8 TL)
Avanosta Öğretmenevinde kalacak şekilde rezervasyon yapmıştık. İnanılmaz bir manara eşliğinde yaklaşık 1.5 saat sonra Avanos’a vardık. Yolculuk boyunca tabiki fotoğraf çekmek üzere bir kaç defa durmadan edemedik, hem soğuktan parmaklarımız donuyor hem de fotoğraf çekmekten kendimizi alamıyorduk.
Avanos’a vardığımızda henüz hava kararmamıştı, ilk işimiz Ürgüp’e geçerek turizm bürosundan en verimli şekilde gezebilmek için ihtiyaç duyacağımız harita, kitapçık vb oldu. Turizm Bürosunun hemen yanında ücretsiz gezilebilecek Ürgüp Müzesi bulunuyor. Müzedeki yapıtlar iki grupta toplanır. Birinci grupta Ürgüp ve çevresinden derlenen Prehistorik dönem buluntuları arasında Hitit, Frig, Helenistik, Roma, Bizans dönemlerinden seramikler, heykeller, figürinler, madeni ve I cam eserler, vb yer alır. İkinci gurupta dokumalar, giysiler, el işleri, süs eşyaları, ateşli| ve kesici silahlar, yazma kitaplar vb etnografik malzeme yer almaktadır. Müze bahçesinde taş yapıtlar, pişmiş topraktan küpler vb yapıtlar bulunmaktadır.
Kış nedeniyle 17.30 dolaylarında hava kararıyor, bu da bize gezmek için oldukça az zaman veriyordu. Ürgüp Temenni Tepesine çıkarak ilçe manzarasını keyifle izledikten sonra ısınmak üzere girdiğimiz çayhane’de kendimiz koyu bir sohbet içinde bulduk. Nevşehir’in insanlarının çok hoş sohbet ve sıcak kanlı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Nevşehir’li arkadaşım Ahmet’in de tavsiyesiyle testi kebabı yemek üzere Avanos’a dönüyoruz. Bir çok ilin aksine Nevşehirliler ne mutlu benim gibi koyun ve kuzu etini pek sevmiyorlar, bu nedenle Testi Kebabı da dana etinden yapılıyor. Konak Restaurant testi kebabımızın pişmesini beklerken sobanın yanında atıştırmalıklarla kendimizden geçiyoruz. Bir de kestane olsa ne güzel olurdu dediğimiz bir anda kestaneler bitiveriyor hemencecik. Bu şehirde herkes inanılmaz!!!
Yemeğin ağırlığını üzerimizden atmak üzere Kızılırmak kıyısında küçük bir yürüyüş yapıyoruz. Irmak üzerindeki ip köprü, karlar altındaki parkın büyüsü ve suyun üzerindeki sis içimizdeki fotoğraf dürtüsünü ortaya çıkarıyor yine.
-16 derece olduğunu söylemiştim değil mi, yaptığım en büyük hata eldivensiz dışarı çıkmaktı. Parmaklarım kopuyor sandım, bir daha da hiiiç eldivensiz dışarı çıkmadım.
2.Gün: 20 Ocak 2012 Cuma
Avanos öğretmenevinde kaldığımız oda kuzeye bakıyordu ve ısınmıyordu. Ürgüpteki öğretmenevine geçiş yapmaya karar verdik ve Avanos’tan ayrılmadan önce çömlekçiler çarşısı, avanos’un daracık sokakları ve asma köprüyü gündüz gözüyle görelim istedik. Çömlekçiler de özellikle Hitit ve Osmanlı dönemine ait figürler çalışılmış bir çok çeşit hediyelik almak hatta objelerin çamurdan nasıl şekillendirildiklerini görmek mümkün.
Avanos sokakları Kapadokyadaki diğer bölgelere göre biraz farklılık gösteriyor, sokaklar oldukça dar, hatta sokakları birbirine köprü gibi bağlayan geçitler var , ve bunlardan biri cami olarak inşa edilmiş. Tepeye çıktığınızda karlar altındaki manzarasıyla mezarlık karşılıyor bizi. Mezarlıkta da fotoğraf çektirilir mi demeyin :)
Avanos - Kızılırmak Kıyısı |
Avanos Çömlekçiler |
Bir sonraki durağımız Rahipler Vadisi olarak da bilinen Paşabağ. Peri bacalarının tüm örneklerinin görülebileceği bir vadi olup, Bizans döneminde tecrit edilmiş bir hayatı tercih eden keşişlerin barınma yeriymiş. Paşabağ’da (Hatay’da bahsi geçen) St.Simon adına da bir şapel bulunuyor.
Zelve yürüyüş severler için oldukça keyifli bir parkur. Yol boyunca sivri ve geniş gövdeli yapısıyla dikkat çeken Peri Bacaları beyaz, sarı, pembe, gri, siyah gibi açıklı koyulu birçok rengin karışımı ile oldukça etkileyici bir manzara sunuyor. Zelve Hıristiyanlığın bölgede ilk yayılmaya başladığı yer olarak biliniyor ve Kapadokya bölgesinin en eski ve en uzun süre kullanılmış yerleşim yeri. Üç vadinin birleşiminde oluşan bölgede manastırlar, kiliseler, güvercinlikler ve hatta bir cami bile var. Bölge hıristiyanlık döneminin sonra ermesinden sonra 1950'li yıllara kadar köy olarak kullanılmış.
Ürgüp öğretmenevine geçip, eşyalarımızı bırakıyoruz. Burası yeni restore edilmiş bir taşkonak, bu nedenle Avanos öğretmenevine kıyasla bakımlı ve hoş bir tasarımı var. Üyeler için kahvaltı dahil gecelik konaklama kişi başı 23 TL, üye olmayanlar için ise 33 TL. Öğretmenevindeki görevli yemek için bize çarşıdaki Sultan Sofrasını önerince gülüyoruz, malum Kayseri’de de mantı yediğimiz yer de aynı isimdeydi. Ama bu sefer Sultan ablanın lezzetli elinden çıkan yemeklerle karşı karşıyayız. Hayatım boyunca yediğim en lezzetli etli dolmalar bu mekanda. Mantısı da fena değil. Başka bir denemesi gereken yemek ise Kokuşka isimli yufka,tavuk ve cevizden oluşan inanılmaz lezzet. Bu memlekette ne zaman yemeğe gitsek ikram üstüne ikramla karşılaşıyoruz ve tabii unutmadan 4 kişi en fazla 50-60 TL i ödeyerek ama çatlamak üzere şiş bir göbekle mekandan çıkıyoruz.
Ürgüp’te kalacağımız için şehir merkezinde oyalanmadan ve gün ışığını kaybetmeden hemen bir sonraki ziyaret noktasına geçiyoruz: Göreme Açık Hava Müzesi. Kiliselerin en kalabalık olarak bulunduğu alan, III. ve XIII. yüzyıllar arasında manastır hayatının yoğun bir şekilde yaşandığı, dini merkez durumundaki Göreme'dir. Göreme Vadisi'nde en güzel örnekleri görülen kilise ve şapellerin mimarisinde ve dekorasyonunda Mezopotamya, Filistin, ilk Hıristiyanlık, Bizans ve Ermeni sanat üslubunun etkileri görülmektedir. Göreme Açık Hava müzesinde diğer açık hava müzelerine kıyasla daha fazla açıklama içeren tabelalar ve ayrıca kulaklıkla bilgi edinme sistemi var. Bu nedenle 10 TL ye Audio sistemi kiralayarak genel bir bilgi edinmekte fayda var. Bölgedeki kiliseler, manastırlar ve şapeller şunlar:
Aziz Basil Şapeli: Göreme Açık Hava Müzesi'nin girişindedir. Şapelde, ana apsiste İsa portresi, ön yüzünde Meryem ve çocuk İsa, kuzey duvarında at üzerinde Aziz Teodore, güney duvarında yine at üzerinde ejderle savaşan Aziz George, Aziz Demetrius ve iki azize tasviri bulunmaktadır.
Rahibeler Manastırı (Kızlar Manastırı): Açık Hava Müzesi'nin girişinin solunda yer alır. Yedi katlı bir kaya kütlesi olan kilisenin katlar arasındaki bağlantı tünellerle sağlanmıştır. Tehlike anında tünelleri kapatmak üzere yeraltı şehirlerinde olduğu gibi sürgü taşlan kullanılmıştır. Kilisede doğrudan kaya üzerine yapılan İsa resminin yanında kırmızı bezemeler görülür.
Yılanlı Kilise (Aziz Onup/ırius Kilisesi): Yılanlı Kilise uzun koridorlu ve alçak tavanlı kemerli bir kilisedir. İsmini duvarındaki yılan/ejderhayı öldüren Aziz George ve Aziz Theodore resminden alır. Kilisede ayrıca İmparator Konstantin ve annesi Aziz Helena’yı canlandıran resimler bulunmaktadır. Diğer ilginç bir resim ise Aziz Onuphrius’a aittir. Bu aziz, Mısır’daki Thebes yakınlarındaki çölde münzevi bir hayat yaşamış ve genelde olduğu gibi uzun gri sakalı ve tek giysi olarak üzerinde olan defne yaprağıyla resmedilmiştir.
Rahibeler Manastırı (Kızlar Manastırı): Açık Hava Müzesi'nin girişinin solunda yer alır. Yedi katlı bir kaya kütlesi olan kilisenin katlar arasındaki bağlantı tünellerle sağlanmıştır. Tehlike anında tünelleri kapatmak üzere yeraltı şehirlerinde olduğu gibi sürgü taşlan kullanılmıştır. Kilisede doğrudan kaya üzerine yapılan İsa resminin yanında kırmızı bezemeler görülür.
Yılanlı Kilise (Aziz Onup/ırius Kilisesi): Yılanlı Kilise uzun koridorlu ve alçak tavanlı kemerli bir kilisedir. İsmini duvarındaki yılan/ejderhayı öldüren Aziz George ve Aziz Theodore resminden alır. Kilisede ayrıca İmparator Konstantin ve annesi Aziz Helena’yı canlandıran resimler bulunmaktadır. Diğer ilginç bir resim ise Aziz Onuphrius’a aittir. Bu aziz, Mısır’daki Thebes yakınlarındaki çölde münzevi bir hayat yaşamış ve genelde olduğu gibi uzun gri sakalı ve tek giysi olarak üzerinde olan defne yaprağıyla resmedilmiştir.
Elmalı Kilise: Elmalı Kilise küçük bir mağara kilisesidir. MS 1050 yılı civarında inşa edilmiştir. Dört haç şeklinde yapılmıştır. Bu kilisenin restorasyonu 1991 yılında tamamlanmış ama fresklerin bozularak dökülmesine engel olunamamıştır. Bu kilisede azizleri, rahipleri ve Hristiyan şehitlerini anlatan sahneler bulunmaktadır. Ayrıca kilisede Yunanca balık anlamına gelen ΙΧΘΥΣ harflerinden oluşan balık resimleri bulunmaktadır. Kilisenin ismindeki elmanın resmedilen melek Mikâil’in elindeki elmadan veya civardaki çok büyük bir elma ağacından geldiği sanılmaktadır.
Karanlık Kilise: Karanlık Kilise 11. yüzyılda inşa edilen bir manastırdır. Kubbeli bir kilise olup dört kolon ve bir büyük, iki küçük kubbeye sahiptir. Kubbelerde Yeni Ahit’den sahneler resmedilmiştir. Bölgenin Türkler tarafında alınmasından sonra 1950’lere kadar güvercinlik olarak kullanılmıştır. Güvercin pislikleri 14 yılda temizlenen freskler tüm Kapadokya’da en iyi saklanan fresklerdir. Kilisenin ismi tüm kiliseyi sadece küçük bir pencerenin aydınlatmasından ileri gelmektedir. Bu pencere sayesinde kiliseye çok az ışık girebilmiş ve süslemelerin renk zenginliği bu sayede günümüze kadar gelebilmiştir.
Çarıklı Kilise: Çarıklı Kilisenin ismi kilisenin girişinde yer alan ve Göğe Yükselişi temsil eden iki ayak izinden gelir. Bu freskin Kudüs’deki Göğe Yükseliş Kilisesindekiyle aynı olduğu söylenir. Kilise, Karanlık Kilise ile aynı kaya kütlesi içine oyulmuştur. 11. yüzyıldan kalan fresklerde Çarmıha Geriliş, Vaftiz gibi Yeni Ahit’den sahneler bulunmaktadır.
Azize Barbara Şapeli Barbara Kilisesinin ismi, babası tarafından Hristiyanlığın etkisinden uzak tutulmak için hapis tutulan Mısırlı bir azizenin adından gelir. Bütün engellemelere rağmen Hristiyanlığın gereklerini yerine getirmeyi başaran Barbara sonunda babası tarafından işkence edilerek öldürülecektir. 11.yüzyılda inşa edilen kilise bu Hristiyan şehit-azizeye ithaf edilmiştir. Kilisenin yapısı Çarıklı Kiliseye çok benzer. İçi haç şeklinde ve ortasında bir kubbesi vardır. Kubbedeki tahtında İsa resmedilirken doğrudan kayay çizikmiş doğal kırmızı renklerle resimler çizilmiştir. Ayrıca kilisenin kuzey duvarında ejderhaya karşı at üzerinde birlikte savaşan Aziz George ve Aziz Theodore resmedilmiştir.
3.Gün: 21 Ocak 2012 Cumartesi
Bugün hedef Ihlara Vadisi, ama önce Ürgüp’e yakın olması nedeniyle Mustapaşa’ya geçiyoruz. Mustafapaşa köyünün merkezinde .... Kilisesi var; burada aynı zamanda turizm bürosu görevi gören Muhtarlık bulunuyor. Sezon dışı olması sebebiyle kiliseler ziyarete kapalı idi ve Cumartesi olması sebebiyle de muhtarlık :( Dışardan fotoğraf çekip, sokakların arasında dolaşmakla yetindik. Siz eğer bizden şanlı olursanız Aios Vasilios Kilisesi, Konstantin-Eleni Kilisesi, Kara Kilise, ve Yeşilöz (Aziz Theodore) Kiliselerini ziyaret edebilirsiniz.
Ihlara güzargahında birçok yeraltı şehrini ziyaret edilebilir. Biz benzer özellikler gösterdiklerinden birini Kaymaklı Yeraltı şehrini seçip, rehber eşliğinde gezdik. Sekiz katlı şehrin ilk katı Hititler tarafından yapılmış, diğer katları ise Arap-Pers saldırıları sırasında Romalılar ve Bizanslılar tarafından genişletilmiş. İki km.den fazla bir alana yayılan bu yeraltı şehrinin 4 katı temizlenmiş, aydınlatılmış ve ziyarete açık durumdadır. Oyulan tüflerden saldırı anında kapıları içeriden kapatabilecek sürgü taşları imal edilmiştir.
Diğer yeraltı şehirleri: Derinkuyu, Mazı, Özkonak, Tatlarin, Zile, Acıgöl, Sivasa Gökçetoprak.
Bu arada biz hala ısrarla Ihlara Vadisini görmeyi planlıyoruz ama vakit oldukça ilerledi, ve birden karşımıza Krater Gölü ve Jeotermal alanı yazan tabela çıktı. Kısacası Narlıgöl’deyiz. Etrafı dağlarla çevrili tipik bir krater gölü olan Narlıgöl deniz seviyesinden 1365 metre yükseklikte. Gölün çevresinde kayadan oyma mekanlar, peri bacası oluşumları ile Termal bir de otel bulunuyor.
Ihlara Vadisi boyunca yer alan kiliseler iki gruba ayrılmaktadır: Ihlara'ya yakın olan kiliselerin duvar resimleri Kapadokya sanatından uzak, doğu etkisi taşırlar. Belisırma yakınında yer alanlar, Bizans tipi duvar resimleri ile süslüdür. Tavsiye üzerine Belisırma’dan giriş yapıyor, en yakındaki Aziz George (Kırkdamaltı) Kilisesi ile gezintiye başlayıp zorlu bir tımanış sonrası vadi boyunca daha fazla devam edemeyaceğimize karar veriyoruz. Kilise’deki bir kitabede Selçuklu Sultanı II. Mesut ile Bizans İmparatoru II. Andronikos'un adı birlikte yer aldığı söyleniyor.
Gün yine bitmek üzere, ne yazık zaman yetmiyor yetmiyor. Son olarak Aksaray’ın adı gibi güzel bir beldesi Güzelyurt’tayız. Eski adı Gelveri olan ilçeye Selanik’ten gelen Türkler yerleştirilmiş. İlçe merkezinde otel olarak kullanılan bir manastır, çukurda kalan mahallede büyük bir Ortodoks kilisesi ve biraz yukarıda taş döşeli yol ve çevresinde mağara kiliseler görülebilir: Yüksek Kilise, Kızıl Kilise, Silvişli Kilise, Ahmatlı Kilise, Koç Kilisesi.
Karanlık çöktüğü için biz sınırlı miktarda gezip, Ürgüp’e geri dönüyor, ve yine çatlarcasına Sultan Sofrasında yemek yiyerek kendimizden geçiyoruz.
4.Gün: 22 Ocak 2012 Pazar
Ürgüp’te kaldığımız süre boyunca esaslı bir gezi yapmadığımızdan sabahın erken saatlerini burada olmazsa olmazları yaparak geçirmeye karar verdik. Öncelikle yanyana dizi aktarlarda oldukça çeşitli baharat ve yemişler bulmak mümkün. Kabak çekirdeği sevenler mutlaka sütle kavrulmuş çekirdek almalı, bir de fındıklı ballı muska pestiller çok lezzetli.
Ürgüp’ten yukarı çıkarken ödüllü Kocabağ ve Turasan şaraplarına uğranıp, tadım yaparak şarap alınabilir. Yine aynı güzergahta bir dönemin ortalığı yıkan dizisi Asmalık Konak’ın konağını 2 TL ye ziyaret edebilirsiniz.
Elimizden geldiğince alış-veriş faslını kısa tutup daha fazla yer görmek üzere yola devam ediyoruz. Sırada Ortahisar var. En belirgin yapısı Etiler zamanında oyulmuş, 1200 m rakımlı 86 m yükseklikteki Ortahisar Kalesi'dir. Kale hem stratejik hem de yerleşim amacıyla kullanılmış. Eteklerinde Kapadokya'nın karakteristik sivil mimari örnekleri bulunuyor. Ortahisar vadilerinde ise son derece ilginç manastır ve kiliseler var: Sarıca Kilise, Cambazlı Kilise, Tavşanlı Kilise, Balkan Deresi Kiliseleri, Hallaç Dere Manastırı.
Kızılvadi
Göreme yolu üzerinden tekrar geçiyor ve daha önce ziyaret fırsatı bulamadığımız bir kaç kiliseyi daha geziyoruz.
Aynalı kilise: 10. yüzyılın ilk yarısından bir başka dinsel yapı Theotokos-Hagios Georgeosloannes Kilisesi. Zengin konuları içeren duvar süslemesi, İsa, Meryem ve St. Georgeos’un yaşamı ile ilgili. Hagios Eustethios ve Hagios Daniel şapelleri birbirine oldukça yakın olan iki yapı. Mezar ve dua bölümlerine sahip olan bu yapılar 10-11.yüzyıllar içinde inşa edilmişler. Her ikisinin de duvarları resimli.
Tokalı Kilise: Bölgenin en büyük kaya kilisesi olup, Aziz tasvirleri, müjde, ziyaret, bakireliğin ispatı, Beytüllahim'e yolculuk, doğum, üç müneccimin tapınması, masum çocukların katliamı, Mısır'a kaçış, İsa'nın mabede takdimi, Zekeriya'nın öldürülmesi, İsa'nın Vaftizci Yahya ile buluşması, Kana düğünü, şarap mucizesi, ekmek ve balıkların çoğalması, kör adamın iyileşmesi, Lazarus'un dirilmesi, son akşam yemeği, ihanet, İsa Platus önünde, İsa Golgota yolunda, İsa çarmıhta, İsa'nın çarmıhtan indirilmesi, İsa'nın gömülmesi, kadınlar boş mezar başında, İsa'nın cehenneme inişi ve İsa'nın göğe yükselişi gibi sahneler resimlenmiştir. Açık hava müzesinin dışındadır.
El Nazar Kilisesi: Göreme’nin meşhur kiliseleri arasında yer alan El Nazar Kilisesi, çadırsı görünümlü bir kayaya oyulmuş, serbest haç planlı bir kilisedir. Oldukça iyi durumdaki tavan fresklerinde Müjde, Mısır'a Kaçış, Lazarus'un Diriltilmesi, Çarmıhta İsa, İsa'nın Göğe Çıkışı vb. sahneler kronolojik olarak betimlenir.
Yemek için Göreme merkezdeki Çömlek Restaurantı tercih ediyoruz. Menüde testide fasulye, çömlekte mantar ve tavuk var. Not vermek gerekirse fasulye vasatın ötesine geçemiyor, körili tavuk ve mantar fena değil. Hesap bir öncekilere nazaran biraz daha pahalı.
Uçhisar kalesi Kapadokya bölgesinde en yüksek noktalardan biri, Müzekart kapsamında olmamakla birlikte kesinlikle yukarı çıkılmalı. Kale içinde bilinmeyen gizli yollarla saklanma amaçlı kullanılmış. Kalenin en üstünde 3 kaya mezar bulunuyor.
Çavuşin
Artık yavaş yavaş Kayseri’ye dönmemiz gerekiyor. Son olarak İzzettin Keykavus II zamanında yapılan ve en göz alıcı Selçuklu Kervansaraylarından biri olan Saruhan Kervansaray’ında duraklıyoruz. Kervansaraylarda din, dil, ırk farkı gözetmeksizin üç gün süreyle hiçbir ücret alınmaksızın hizmet verilmekte ve tüm giderler vakıflar tarafından karşılanmakta imiş. İçlerinde yolcuların konaklayacağı odalara ek olarak, at ve develerin dinlenmesi için bölümler, veteriner, mescit, hamam, doktor , araba ve koşum onarım hizmetleri bulunmaktaymış.
Biz dört gün yeter dedik ama ne mümkün, Kapadokya bizi yine çağırır gibi görünüyor. Özellikle de Balon Turu yapmak için...