Samsun'dan sonra başkadır derler Karadeniz için. Hakikaten öyle mi merakıyla düştük yine yollara. Cuma akşamı 20.00 uçağıyla geldiğimiz Trabzon'da ilk işimiz otelle anlaştıktan sonra merkezden 12 km uzaklıktaki Akçaabat gitmek oldu. Malum köftesi meşhur. Aldığımız tavsiye denize nasır konumdaki Nihat Usta'nın yeriydi. Geröekten ününe yaraşır oldukça sarımsaklı köfteler hiçte midemize dokunmadı. Geç saate kalmanın sonucu sanırım Laz böreği denen baklavagilden pek keyif almadık. Zati gündüz yenirmiş bu laz böreği... (Konaklama single 50 TL, double 80 TL , Köfte, tatlı ve salata kişi başı 15 TL)
Cumartesi sabah erkenden Aya sofya Mizesine gittik. Müzeyi gezmeden önce çay bahçesinde müze manzaralı bir kahvaltı edelim dedik. Serpme kahvaltının yanında Kuymak denen kaşardanda kıvamlı ve mısır unlu karışıma ekmek bana bana kendimizden geçtik. Küçükler dikkat etsin, yerken boğulmak mümkün :) Alışması biraz zaman alıyor. (Kahvaltı kişi başı 15 TL)
Kuymak |
Aya Sofya haç şeklinde bir forma sahip, içersi çok bakımlı ve restorasyonlu olmasa da oldukça etkileyici. Epeyce bir süre fotoğraf çekimi için vakit harcadığımızı söylemeliyim. İstanbul'dakine oranla oldukça küçük olan bu kilise Trabzon'da Devlet kuran Komnenos ailesi tarafından 1250lerde yapılmış.
Ayasofya Müzesi |
Ayasofya Müze içi |
Bir sonraki durağımız Trabzon merkezde Zeytinlik sokağındaki Trabzon Müzesi. Aslında 1900lerin başında bir baker tarafından yaptırılan konak Atatürk'ün ilk ziyaretinde misafir edildiğiyermiş, daha sonralarda ise Hükümet binası, Müfettişlik Binası ve Kız lisesi olarak kullanılmış. En son olarak Kültür Bakanlığına devredilen konak şu anda Müze olarak ziyarete açık. Konağın bodrum katında Arkeolojik Eserler, zemin katı Konak Teşhiri, birinci katı Etnoğrafik Eserler sergileniyor.
Trabzon Müzesi |
Müzenin ardından kendimizi Trabzon sokaklarına atıyoruz. İlk gözümüze çarpan pasajdan içeri giriyor ve Trabzon işi diye bilinen kazaziye, hasır ve telkari işçiliklerinin örnekleriyle dolu kuyumcu vitrinlerine hayranlıkla bakıyoruz. Plansızca yürürken Eminönü'nü anımsatan Bedesten içersinde bir süre kayboluyor, sonunda dinlenmek ve meşhur Karadeniz pidelerinden yemek üzere Çardak'ta peynirli pide ısmarlıyoruz. Burası önemli!!! Çardak pide hiçte tavsiye edildiği üzere lezzetli değil, dolup taşıyor ama bence tamamen fiyatların makul olmasından.
Trabzon'un en unutulmaz anısı bizi Cezaevinin civarında dolanırken buluyor. Şahsına münasır bir delikanlı olan Erhan Yazıcı. Daha sonra özel bir okulda okuduğunu öğreneceğim Erhan 17 yaşında ve Lise 1 öğrencisi. Okulda atölye çalışmalarına katılıyor ve kolya, bilezik vb şeyler yapıyor. Esra abla diye okuldaki sevgilisiyle başlayan konuşmasına Esracım diye devam ediyor Erhan. Erhan bana aşık :) Trabzon'a gelemeyen Fatih abisi için bir de video dolduran Erhan: Israrla boşa onu Fatih amcacım, onu ben alim diye bizi gülmekten öldürüyor.
Trabzonun içinde yapacak fazla bir şey kalmadı. Çok geçe kalmadan Uzungöl'e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Uzungöl yaklaşık 100 km dışında Trabzon'un. 1,5 saatlik bir yolculğun sonunda sıkı bir pazarlıkla konaylacak otelle anlaşıyor, ve kendimizi tek içkili mekan olan solaklı Restaurant'a atıyoruz. Mekana ilk girdiğimizde hafif bir piyanist şantör havasında İstanbul'da olsa hayatta gitmeyeceğimiz bir mekan havası var. Müzikler bizi pek açmasa da , açız ve kafayı dağıtmak istiyoruz biraz. Neden sonra anlıyoruz ki kemençeli, Trabzon müziği için biraz beklemek gerekiyormuş. Çoğu Trabzonlu olan ahali horonlarla kendinden geçiyor, biz de tabiki izleyerek...
(Alabalık, meze, salata ve 2 kadeh rakıya Kişi başı 36 TL ödüyoruz, Konaklama ise Nisan ayında single 40 TL double 70 TL)
Uzungöl'ü gündüz gözüyle görmek bir başka. Gerçi söylenenlere göre neredeyse hiç yerleşim yeri yokken, etraf ahşap konaklama mekanlarıyla dolmuş. Göle karşı Migron Restaurant'ta muhlamalı, serme kahvaltımız edip gölün etrafında keyifli bir yürüyüşün ardından Sümela'yı görmek üzere tekrar yola koyuluyorz.
Sümela'yı hep fotoğraflarda kayaların tepesinde bir manastır olarak görmüştük, fakat inanılmaz bir iç güzelliği olduğunu görünce hayretler iöerisinde kalıyoruz. Meğerse bu buzdağının görünen kısmıymış sadece.
Dönüşte Hamseköy'e uğrayıp Osman Usta'nın halis köy sütünden yapılmış sütlacını deniyoruz. Geceye son noktayı ise Nejla Abla'nın Laz Böreğini yiyeyerek koyuyor, günün ilk ışıklarıyla duba gibi şişmiş vaziyette İstanbul'un yolunu tutuyoruz.
Sümela'yı hep fotoğraflarda kayaların tepesinde bir manastır olarak görmüştük, fakat inanılmaz bir iç güzelliği olduğunu görünce hayretler iöerisinde kalıyoruz. Meğerse bu buzdağının görünen kısmıymış sadece.
Sümela Manastırı |
Sümela Tavandan bir kare |
Sümela Manastırı - iç avlu |
Dönüşte Hamseköy'e uğrayıp Osman Usta'nın halis köy sütünden yapılmış sütlacını deniyoruz. Geceye son noktayı ise Nejla Abla'nın Laz Böreğini yiyeyerek koyuyor, günün ilk ışıklarıyla duba gibi şişmiş vaziyette İstanbul'un yolunu tutuyoruz.